20 Kasım 2010 Cumartesi

KÜRT BARAJI

Hükümet, “Açılım”ı ilk başlattığı zamanlarda çoğu kişi samimi olduklarına inanmıştı. Hâlâ inananlar var ama sayıları çok daha az. Neden mi? Tabii ki hükümetin Kürt meselesi konusunda izlediği son dönem politikalar ve takındığı tutum…

Anadilde eğitim ve yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması gibi bazı haklı talepler karşılanmadıkça bu sorunun çözülmeyeceği, tersine derinleşeceği aşikârdır. Hükümet politikasının tükendiği nokta da işte burasıdır. Daha “Kürdistan” kelimesini bile telafuz etmenin, tüyleri diken diken ettiği bir politik ortamda bu işin kolay çözülmeyeceği bellidir. Hâl bu ki Güneydeki, tüm dünyanın tanıdığı ve resmen kabul ettiği “Kurdistan Regional Government”i (Kürdistan Bölgesel Hükümetini) bile kafamızı kuma gömerek yokmuş gibi kabul ediyoruz. İstediğimiz kadar korkalım veya adını anmaktan sakınalım; bu, mevcut realiteyi değiştirmeyecektir. Orada, bir Kürdistan var ve Diktatör bir “Cumhuriyet” rejiminin bu ismi yasaklamasından önce, Osmanlının bitimine kadar “bölge” resmen bu isimle anıldı. Devlet, yıllarca varlığını inkâr ettiği bir halkın ismini en sonunda kabul etmiştir ve sıra coğrafyaya gelmelidir. Elbette ki bunun için acele etmemek lazım. Çünkü işler güzellikle ve halkların gönül rızaları sağlanarak çözülmelidir. Bu da gerçeklerin, halka, aydınlar tarafından anlatılmasıyla yapılır... Lazım olan cesarettir…

Kürt meselesinde çözüme doğru ilerlemek için yeni bir fırsat doğdu. DTP, 2011 seçimlerine kadar yeni anayasa konusunda hassasiyetleri kaşıyan taleplerde bulunup gereksiz gerginliğe yol açmayacağını açıkladı. Hükümetin seçimlerden önce böyle bir risk alamayacağını biliyorlar ve anlayış gösteriyorlar.

PKK ise seçimlere kadar eylemsizlik kararı aldı, gereken ateşkes ortamı da sağlandı.

Böyle bir durumda hükümetin, açılım konusunda kaybettiği güveni tekrar kazanması için samimiyetini gösterecek bazı adımlar atması elzemdir. Hele de KCK davalarında 4 Kasımda yaşanan o talihsiz olaydan sonra (kaldı ki davanın kendisi, işleyişi bakımından baştan sona garabettir). “Hâkim” unvanına sahip Menderes Yılmaz isimli şahsın, sanıkların savunmalarında Kürtçe konuşmaları üzerine, Kürtçeyi kastederek “bilinmeyen bir dil” ifadesini kullanması ve bu ifadeyi tutanaklara geçirtmesi, işi, içinden çıkılması daha da güç hâle getirmiştir. Hükümetin KCK sürecine müdahil olmaması ise iki ihtimali gündeme getiriyor. Birinci ihtimal, Kürt meselesinin çözümünde Statükocu anlayışa meylettiği; ikinci ihtimal ise hâlâ Statükocu derin bürokrasiye karşı zayıf durumda olduğu için kendinde olaya müdahale edecek gücü ve cesareti göremiyor olması.

Bu durumda hükümet, seçimlerden önce samimiyetini, %10 olan seçim barajını kaldırarak gösterebilir ve Kürtlerin beklentisi bu yöndedir. Türkiye’de demokrasinin önündeki engellerden biri de bu %10 barajıdır. Ancak gelmiş geçmiş tüm hükümetler bunun bilincinde olduğu hâlde barajı düşürmeye yanaşmamış ve onu yıllarca Kürtlere karşı bir silah olarak kullanmıştır. Kürtlerin ve fikri azınlıkların temsil hakkına tecavüz eden bu baraj muhafaza edildiği sürece “ileri demokrasiden” bahsedilemez. Hükümetin barajı kaldırmaya gücü vardır. Eğer bunu yapmazsa birinci ihtimal kuvvet kazanır ve Kürt meselesinin çözümü uçuruma doğru biraz daha itilmiş olur.

Hamza Yardımcıoğlu
06.11.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder